Habsburg elçileri Nikolaus Jurisic ve Joseph von Lamberg'in 1530 tarihli İstanbul yolculuklarını anlattıkları nihai rapor. (14. sayfa)
Latince.
tic. Sed si Maiestas sua alias petat amicitiam Cesaris Turcarum, Nihil obstare, sed Cesarem
suum libenter liane cum Maiestate Regia susceplurum, Cum nemini bellum inferre
velit nisi lacessitus. Hungariam autem cum omnibus suis pertinentijs habere et non derelinquere,
sed ad hanc conseruandam et retinendam cum exercitu suo paratus esse velit,
Cui vero Deus eam seruandi et retinendi gratiam et fortunam dederit merito per
Lune esse possidendam, cum Turcus res suas et actiones omnes auspice et opitulante
Deo peragat, qui et ipsum non derelinquet.
Ad quae Legati responderunt, Se omnia sibi aperuisse, quae a Maiestate Regia habuissent
in mandatis, Neque eis licere quicquam mutare aut aliter pacisci propter Hungariam,
Sibique valde dolere quod nullam pacem assequi potuerint, seque deum testari
quod quantum personas suas attinet, nihil magis nunc desyderassent quam pacem, sibique
videri Deum facturum ex Hungaria Cimiterium Christianorum et Turcorum, atque
ideo rem omnem diuinae maiestati suae mandandam. Eumque denuo rogarunt, vt ad
euitandam maiorem sanguinis humani eifusionem adliuc pacem hanc promouere velit,
pro impensis et sumptibus per Turcum in assecutione Hungarie factis Maiestatem Regiam
sibi annuam pecuniam esse daturam. Ad quae respondit. Ne cogitandum quidem
esse quod Cesar Hungariam deserat, et de ijs nullum amplius sermonem habendum,
quinimo per ipsosmet Legatos iudicandum an sequum sit, vt Cesar regnum quod tanto
sumptu labore et impendio adeptus est cedat aut dimittat. Responderunt Legati
Bonas esse leges et consuetudines apud Christianos quales et apud Turcos esse non
dubitarent. Sed si eis secundum leges et iura Christianorum iuditium esset ferendum,
adiudicarent Hungarie regnum Maiestati Regiae ex omnibus causis et iuribus supra deductis,
Idque assererent non iure sed violentia Maiestati suae per Turcum fuisse ademptum.
Sed subridendo haec Oratores quasi per iocum dixere. Respondit Ibraim Similes
et Turcis esse leges, Sed id iure non refelli quod gladio Csesaris comparatur. Id quod
et Cesar alijque Christiani principes facerent qui patrias et terras ferro partas non restituèrent,
Ideoque tacendum Legatis de Hungaria, Sed si Maiestas Regia cum patrijs suis
pacem acceptare velit Cesarem non refragari. Subinde vero latius enucleauit Cesaris
Turcarum potentiam et quod cum exercitu suo semper sit paratus, Neque eandem esse
rationem colligendarum gentium suarum quae esset apud Christianos vt scilicet auxilia
et taxç iam imminente bello et profectione imponantur et domesticatim colligantur, sed
sic reuera esse, neque se iactare velie in hoc existimationem et vires Cesaris sui, cum
neminem iactantia deceat, quod Cesar quotidie habet stipendiâtes viros iiijCM dempto
vulgo, quos si congregare voluerit, per literas generales conuocari et requiri ad parandum
se ad bellum , et si secunda vice moneantur gladijs suis accingi, triva vero
vice vocatos, equos inscendere, et eo quo indictum fuerit loci proficisci, sicque Cesarem
suum statim habere ad manum iiijCM virorum ad expeditionem.
Deinde retulit quanta vis argenti et auri quotannis Camerae suae cedat, et inprimis
quod ex plurimis terris et locis vltra mare sitis multa Centena millia sarcinarum aspris
implelarum habeat ex tributo annuo dependi solita, quae omnia ad thesaurum collocet.
Ex alijs item prouintijs etiam multa Centena milia similium sarcinarum asprorum proue
[ s. 87 ] Ancak Majesteleri yine de [alias] Padişah’ın dostluğunu isterlerse hiçbir mani yoktur ve Padişah Majesteleri Kral’la dostluk üzere olmaya isteklidir. Zira meydan okunmadığı sürece kimseyle savaşmak istemez. Yine de Macaristan üstündeki her şeyle birlikte Padişah’a aittir ve öyle de kalacaktır. Bu sebeple ordusu da hazır beklemektedir. Tanrı Padişah’a bunları [Macar Krallığı ve müştemilatını] elde tutmak inayet ve bahtını bahşetmiş o da layıkıyla elinde tutacaktır; zira Padişah maslahatını ve amellerini Tanrı rızası ve yardımını gözeterek yapar ve Tanrı da onu yüzüstü bırakmaz.
Bunlara cevaben elçiler, Majesteleri Kral’dan talimat aldıkları her şeyi açıkladıklarını, Macaristan meselesiyle ilgili hiçbir şeyi değiştiremeyeceklerini ya da başka türlü müzakere edemeyeceklerini söylediler. Sulh elde edemedikleri için çok üzgün olduklarını belirttiler; Tanrı şahitti ki barıştan başka bir şey dilemiyorlardı; ancak öyle gözüküyordu ki Tanrı Macaristan’ı bir Hıristiyan ve Türk mezarlığı haline getirecekti; bütün maslahatı ilahi majestelerine emanet etmekten başka bir seçenek kalmamıştı. Yine de paşaya yeniden rica ettiler ki çok fazla kan dökülmemesi için barış tesis etmeye gayret etsin; Macaristan’ın intikali için Padişah’ın yaptığı harcamalar ve mesarifat için Majesteleri Kral kendisine yıllık ödeme yapacaktı.
Paşa cevap olarak, Padişah’ın Macaristan’ı bırakacağı düşünülmesin, ama bu konuyla ilgili başka görüşme yapılmayacak, dedi. Ancak elçiler düşünmelilerdi ki, acaba Padişah’ın o kadar gayret gösterip engel aşarak elde ettiği krallığı terk ve ferağ etmesi adil miydi?
Elçiler cevaben, Hıristiyanlar arasında böyle iyi yasalar ve teamüller olduğunu, ve Türkler arasında da bulunduğundan şüphe etmediklerini söylediler. Ancak, eğer Hıristiyan yasa ve kurallarına göre yargıya varacaklarsa, Macaristan Krallığı’nın Majesteleri Kral’a yukarıda zikredilmiş bütün sebepler ve yasalardan ötürü ait olduğunu ve Padişah’ın krallığı yasal yolla değil, şiddete başvurarak elde ettiğini söylerlerdi. Ancak elçiler bunu sanki bir şakaymış gibi gülümseyerek söylediler.
İbrahim Paşa cevapladı: Türklerde de benzer yasalar bulunmaktadır. Ancak bunlar Padişah’ın kılıç hakkıyla kıyaslanamazlar. Kayzer ve diğer Hıristiyan prensleri kılıçla kendilerine kattıkları mülkleri ve arazileri geri vermiyorsa, elçiler de Macaristan meselesinde sükûnetlerini korumalıdırlar. Ancak, Majesteleri Kral elindeki topraklarla barış imzalamak isterse Padişah’ın itirazı yoktur. Ardından uzun uzadıya Padişah’ın kudretini ve nasıl da her daim savaşa hazır olduğunu anlattı. Açıkça söylemek gerekirse Padişah, Hıristiyanlarda olduğu gibi savaş ve sefer yaklaşınca ev ev dolaşıp vergi toplanmaz; hakikat budur ki, övünmek gibi olmasın ama Padişah’ın kuvvetlerini sayacak olursak, abartısız, Padişah’ın her gün kabaca iiijCM [dört yüz bin] nefer ücretini alan askeri vardır. Bunları toplamak isterse, dört bir yana mektuplar yollayarak toplayıp savaşa hazırlatabilir. İkinci bir emirde kılıçlarını kuşanır ve üçüncü emirde atlarına biner ve belirlenmiş olan mahalle giderler. İşte Padişah’ı derhal elinin altında iiijCM [dört yüz bin] adamı sefere hazır bulunur.
Ardından istediği kadar çok gümüş ve altının her yıl kasasına girdiğini, özellikle de denizin öte yakasındaki pek çok yerden ve topraklardan yüz binlerce kese [sarcinarum] dolusu akçenin her yıl haraç olarak geldiğini ve bunların hepsini hazineye aktardığını anlattı. Diğer eyaletlerden de keza yüz binlerce kese akçenin [ s. 87 ]